Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı

7 Nisan 2012 Cumartesi

benim amcam da bir hasan mezarcı | vol.2


amcam: bi gün köydeyiz. babana sor bilir o. ahahaha ah mahmut abi ahh.

Neyse babam dedi oğlum bugün sen git koyunları gütmeye. ben söylene söylene uyandım sabahın köründe. o zamanlar şimdiki gibi değil. babana karşı da gelemiyosun.

sabah 5'de kalktım. babaannen yolluğumu hazırlamış. yolluk dediysem de ekmek, soğan, su. şimdiki gibi hamburgerler, hazır köfteler yok tabi.

ben: tabi.

amcam: sallana sallana gidiyorum. ayakta uyuyorum. 1-2 saat yürüdükten sonra bizim meraya geldik. ben koyunları bıraktım uyumaya başladım. bi uyudummm bi uyudummmm.

sonra biri uyandırdı beni. ahahahahaha.

bizim köyde bi gagko vardı. kısa ceket giyerdi, biz ona gagko derdik.

ben: hım.

amcam: ..........................................................................................................................................

25 Mart 2012 Pazar

benim amcam da bir hasan mezarcı | vol.1

amcam: bi gün bizim ipek'i bereket dönercisine götürmüştüm. küçüktü o zaman ipek. ee tabi o zamanlar bereket döner çok meşhurdu, şimdiki gibi lezzetsiz değil.

ipek okuldan çıkmıştı, ben aldım arabayla okuldan. okula normalde arabayla girmek yasak ama müdür tanıdıktı, beni alıyodu.

neyse ipek geldi, bindi arabaya. o gün de bi trafik bi trafik. ipek yolda bana soruyo, baba nereye gidiyoruz, baba nereye gidiyoruz diye. dedim sürpriz kızım, sabret.

bereket dönercisine geldik, ipek çok sevindi. 1er porsiyon döner söyledik. ipek bi yediiiii bi yeedddiiiiiii bi yediiiii.

- .............................................
+ ipek çok sevdi döneri.
- ............................................
+ hey gidi günler.

4 Mart 2012 Pazar

sevdiceğimin arkadaşı bana yazıyo!

-Hadi akşam Mehmet'lerle içmeye gidelim.
+Ya bitanem ne Mehmet'i yaa, senin için dünya yol geldim. Evde içeriz senle başbaşa, sevişiriz hem.
-Ya hadi yaa, Mehmet'le kız arkadaşı da gelicek, Pelin.
+Of tamam yaa, çok oturmayız ama, tanımam etmem.
-Tamam tamam, 2-3 bira içer kalkarız.

Dünyanın sayılı sikko ortamına gireceğimi sezmemem imkansızdı. Mehmet kim amına koim, Pelin kim? Evde oturup ucuza içip, sevişmek varken Mehmet'le, Pelin'le napcam lan? Neyse kızın gönlü olsun dedim ve gitme kararı aldık.

Bardan içeri girer girmez boktan olaylar yaşıycağımı biliyodum, adım gibi emindim.

-Selaaaaaam ben Pelin.
+Merhaba.
-Adın yok mu senin?
+Var. Arkadaşlar kullanıyo genelde.

Sevdiceğim beni dürtüyo, ama çok da keyif alıyorum.
-Rıza. İsmim Rıza.
+Aaa. Melike sen sanki başka isim söylemiştin?
-İki ismim var.

+Merhaba Mehmet ben.
-Merhaba.

Oturuyoruz. Onlar sandalyeye oturuyo, ben ise liseden yeni çıkmış arkadaşların sikko muhabbetinin tam ortasına oturuyorum.

Biraların biri gidiyo biri geliyo. Baktım olacak gibi değil, başlıyorum yazmaya. Vuruyorum kendimce eğlencenin dibine. Benden soğuyacaklarına ergenlerin hoşuna gidiyo. Kız burnundan domuz sesi çıkararak gülüyo. Ben konuştukça kızın eli elemanın elinden çekiliyo. Kız götüm götüm sandalyeyi bana doğru kaydırıyo.

Sevdiceğimle Mehmet çok iyi arkadaşlar, onlar kendi aralarında eskileri yaad ederken Pelin insanı bana doğru yanaşıyo. Ama kızda bi tuhaflık var. Bi aceleci, bi heycanlı. Gençtir diyorum, olur diyorum.

Sevdiceğimle Mehmet'in muhabbette bitince artık "hadi kalkalım" demeye gelmişti sıra. Ben demeliydim, çünkü hepsinin kafa güzel olmuştu. Sevdiceğim işemeye gidiyo, gelince kalkarız heralde diye düşünüyorum. Ama Pelin beni gittikçe korkutmaya başlıyo. Sevgilisiyle öpüşürken alttan bacaklarını sürttürüyo bana, türlü oyunlar yapıyo masa altından. Laaan noluyo, kız karıştırdı heralde diyip çekiyorum bacaklarımı. Ama kız karıştırmıyo, bariz isteyerek yapıyo. Elini kollarıma sürttürüyo, parmağını kolumda gezdiriyo. Hasiktir lan, sikerim böyle ortamı diyip hadi kalkalım diyorum.

Hesaplar ödeniyo. Bara çok yakın olan sevdiceğimin evine doğru yola çıkıyoruz, Pelin'le Mehmet'te sevdiceğimin evin oralarda bi yerde oturuyolar. Yürüyerek mi gitsek, taksiyle mi gitsek diye tartışırken Pelin uçalım diyo, yıldızların üstünden gidelim diyo. Kız pilot olmuş resmen, kafa 1500. Uçağı olsa uçakla gidicez.

Yürüyerek gitme kararı alıyoruz. Ama Pelin bi tuhaf. Tutturmuş bizim eve gelecekler.
-Sefkilimmmmm, hadi ama biraz otururuz sohbet ederiz.

Sikicem sohbetini. Evde masa vardır, alttan ellerim  düşüncesiyle gelmek istemiyosa Hakkı Bulut french kiss yapsın bana. Karı niyeti bozmuş. Ben sevişemiyceksem onlarda sevişmesin diye düşünüyo.

+Pelin iyi değilsin bebeğim, evimize gidelim. Hem onlarda yatar uyur, saat kaç olmuş bak.
-Lötfeeeeeeeeeeğğnnnnn.

Sevdiceğim bu oyunun bitiricisi olarak, "e gelin madem" diyerek beni ateşin içine biraz daha atıyo.

Lan masanın altından kız bana elliyo desem hem hoş olmaz, hem Melike inanmaz. Olan bana olur, ben kötü olurum.

Eve giriyoruz. Pelin hemen tuvalete giriyo. 15 dklık tuvaletten sonra çok mutlu bi şekilde çıkıyo ve eve gitmek istiyo. Çok garip bi şekilde kız mutlu ve eve gitmek istiyo. Ben de kız kendini tatmin etti diye düşünmeden alamıyorum kendimi.

Pelin'le Mehmet çifti sevişmek üzere evlerine yol alıyo, biz de evimizde olduğumuza, yalnız olduğumuza ve sarhoş olduğumuza göre sevişebilirdik. Ama tuvalete gitmem gerekiyo. Tuvalete gidiyorum ve 20 dk orda kalıyorum. Döndüğümde sevdiceğim uyumuştu, bende kıvrıldım yanına yattım.

Kahvaltıda Melike'nin surat beş karış.
-Dün gece sen mastrbasyon mu yaptın?
+......................................................
-sana soruyorum, dün gece ne oldu?
+.....................................................

Dün gece ne olmadı ki, masanın altından beni tahrik eden kızın, biz sevişmeyelim diye bize gelen kızın çok büyük bi derdi varmış.  Masanın altından Mehmet'i karıştırması canının götünde olmasındanmış. Aklı götünde olan bi kızın eli benim bacaklarımda olmuş çok mu?

Kız ishalmiş. Evet, bildiğimiz kız vırik olmuş. O kafayla kız tuvaleti tutturamayıp sağa sola sıçmış ve ihale bana kalmasın diye bütün gece ben temizledim tuvaleti.

-Dün gece kafam güzeldiya, ayılıyım diye duş aldım bitanem ne mastrbasyonu. Sen uyuyunca uyandırmadım seni.
+Ay bebeğim benimmmm. <3 <3

22 Aralık 2011 Perşembe

intikamı soğuk yedik, boğazımız ağrıyo.

Her zaman ki gibi yaz gelmişti ve ben Kemal'lerin yazlıktayım. Yapıcak bi sik olmamasına rağmen deliler gibi eğleniyoduk. O yüzden her yaz giderim. O sene Kemal'in kuzeni Gülçin abla da vardı. Abla dediysek bizim yediğimiz bokların üstünü örtecek hatta "hayde hayde fondip fondip" gazını verebilcek eğlenceli biri. Herkesin gözünde abla bizim gözümüzde ise "kenka".

Akşam yemeği yendi. Malak malak yatıştayız. 1-2 saat ertesi gün içimiz yandığında yemek üzere karpuzlarımızı büyüttük.

-hadi sahile gidek içek?
-olur.

plan sade ve hızlı. sahile giderken köşede bulunan marketten içkileri, cipsleri, çekirdekleri yüklenip sahilde içicez.

3 armut sallana sallana markete doğru gidiyoruz. Neşemiz hiç bi Türkbükü tatilcisinde yok. Tekirdağ'da eğlenen sadece 3ümüzdük. Buna eminim.

Markete 3 metre kalmıştı. Hala götümüz başımız ayrı oynuyo. Derkeeeen yanımızdan doblo tarzı bi araba tozu dumana katarak, bizleri duvara yapıştırarak geçiyo. Kemal'le benim çükü, Gülçin ablanın da ciciklerini yalayarak geçti araba resmen. Altımıza sıçmıştık, kıçımızı silecek taş arıyoduk. O derece yakındı araba.

-yavaş ulaaaaaynnnn hayvanoğlu hayveannnnnğğğğhhh.
ani bir fren sesi ve elinde sopayla inen bi dalyarak.
-ne dedin lan sen? (sopa tüm potansiyel enerjisini biriktirmiş, kinetik enerjiye dönüştürmek için sabırsızlıkla bekliyo o sırada )
-ezicektin bizi be birader, napıyon sen?
-kapa lan çeneni patlatmıyım kafanı?
-yürü git allaşkına, kız var yanımızda, ayıp ediyon.

dedik ve eleman bastı gitti tekrar. bizde arkasından elimiz ayağımız titreyerek küfür ede ede markete doğru devam ettik. Adamın o hareketine karşı bi şey yapamadık, o bizim içimizi yiyodu.

Neyse markete geldik ve elemanda markette. Adam bildiğin sayko. Eli ayağı titroyu, markette ki elemana gider yapıyo falan. Alacağını aldı ve para üstünü bile almadan yine aynı süratle bastı gitti. Biz iyice dellendik. Ama yanımızda kız var ve adam da sopa var. Sopa küçük ayrıntı ama kız var abi yanımızda. Yoksa dişlerini dökerdik. Evet yapardık.

İçkilerimizi aldık ve hiç konuşmadan sahile indik. Hepimiz sinirden lal olmuştuk. Hepimizin içine oturmuştu. 1er, 2şer biraları içtikten sonra bi şeyler yapmamız gerektiğinden bahsettik. Şikayet etsek bi sik olmaz, adamı dövsek desek, o da olmaz. Yapacak bi şey yok dedik ve içmeye devam ettik.

Bi süre sonra içkilerimiz bitti tabi. Devam etme kararı aldık ve markete doğru yol aldık yine. Giderken adamı görürüz ümidiyle giderken markette adamı gördük. Yanında taş bi hatun. Gayet sakin, efendi bi şekilde sigara ve birasını aldı çıktı gitti. Ama bu sefer arabayı yavaşlatılmış şekilde sürüyodu. Ağır çekimdi adeta.

Çok hızlı bi şekilde plan yaptık ve arabayı takibe koyulduk. Artık oturduğu yeri biliyoduk. Anasını sikmeye gidiyoduk. Öyle gaza gelmiştik. Dinamit bulsak evine döşiycez. O derece gözümüz döndü.

Ama hesapta olmayan fotoselli bi kapı önü ışığı ve ayıdan bozma bi köpek vardı. Bu şartlarda hiç bi bok yapamazdık. Her şeyden vazgeçtik, çizgimizi bozmadan, efendice, içimizdeki sinirle eve geldik.

Herkes suskun bi şekilde yataklara dağıldı. Çok değil 3 dk sonra evin içinde mesajlaşmaya başladık. Ama sonuç yine sıfır. Uyuduk. Herkes boş vermemiz gerektiğini söyledi ve biz de boş verdik. Uyuduk.

Kahvaltı yine aynı. Kimse konuşmuyo. Öğlen oldu ve Kemal'le ben denize gittik. Gülçin abla Kemal'in annesine akşam yemeği için yardım edip geleceğini söyledi. Sözünde durdu ve geldi. Esaslı kızsın sen Gülçin abla.

Denizde türlü atraksiyonlarla neşemizi yerine getirmeye çalışıyoruz ama nafile. Sahilde Gülçin abla görünüyo.
-su çok güzel gelsene Gülçin abla, diye suya davet ediyoruz.
Yok lan klasik Türk mantığı heeeömğğğğğğğğ, faşır foşur ıslatarak sokuyoz kızı suya.
Ama 1 saniye, Gülçin abla çok ciddi bi sır saklıyo. Bizden kaçmaz bu bakış.
Hemen dökülüyo.
-Sahile inerken dünkü adamın arabasını gördüm. Yolun kenarına park etmiş. An bu an.
-Tamam Gülçin abla, sen denizde takıl biz Kemal'le eve gidiyoruz. Bi şeyler yaparız artık. Sen çaktırma kimseye.

5 dk sonra evdeyiz. Plan hazır. Arabanın lastiklerini patlatıcaz ve tüycez. Belimize tornavidayı, bıçağı alıp çıkıyoruz. Kıçımızda havai şort, ayağımızda tanga terlik, belimizde de emanet diye tabir ettiğimiz ama emanet değil bizzat kendimize ait delici-kesici aletler var.

3 dk sonra arabanın yanındayız. Ben gözcü, Kemal'de iş bitirici. Ben işareti veriyorum, Kemal'de çok kolay sandığımız lastik patlatma çalışmalarına başlıyo ama o iş o kadar diilmiş. Amına kodumun lastiği savaş için yapılmış sanki. Bıcak saplıyoz sekiyo, tornavida saplıyoz sekiyo. Biz olaydan koptuk, gülmekten ölürsek elimizde ki aletleri gören polis ve görgü tanıkları ne der diye düşünüyoz.

5-10 denemeden sonra lastik patlıyo ve zafer çığlıkları atıyoruz. Cinsel organlarımızın üstünde sadece incecik havai şortlar olmasına rağmen yine de sarılıyoruz. Bazı şeyler daha hissedilir hale geliyo ama olsun.

Diğer lastiklerle uğraşırsak yakalanacağımız konusunda hemfikir olunca eve doğru geliyoruz. Atomu parçalasak, Amerika'yı keşfetsek bu kadar mutlu ve huzurlu olamayız.

Şimdi işin en keyifli kısmına geldi sıra. Biralarımızı, çerezlerimizi alıp yazlığın 3. katına çıkıyoruz. Lastiğini patlattığımız arabayı kabak gibi görüyoruz. Adam geldiğinde yaşayacağı hayal kırıklığını biralarımızla kutlamak üzereyiz. Ama Gülçin abla da görmeli diye düşünerek kuruyoruz tripodu, kamerayı.

Eşekler gibi şeniz. Güneşin anlında içtikçe içiyoruz. Çok mutluyuz. Kamera kayıt için hazır.

Bi adam, bi kadın ve 2 de çocuk arabaya doğru yaklaşıyo. Kapıları açıyo.
-amına koduğum zoom yap zoom yap diyo Kemal.

Hayatımın en sikik zoomunu yapıyorum a dostlar. Adam dün gece ki adam değil. Kadın da dün gece gördüğümüz kadın değil.

Ya yanlış arabanın lastiğini patlattık, ya araba emanetti, ya da adam kurt adam.

Adam lastiği fark edip  -PATA PATA PATA- diye evine doğru yol alıyo ağır ağır.

Biz ise susuyoruz, kimseye bahsetmiyoruz.

3 Aralık 2011 Cumartesi

Abi "Vernel" aldım, ne kızı?

2006 yılı Ekim ayı. Üniversite de eve çıktığım ilk yıl. 3 erkek insan aynı evi paylaşıyoruz. Evimizde yok yok. mp3 player, 2+0 ses sistemi, ütü masası, duş perdesi, fırın, diş fırçası. Herkesin hayalinde ki ev. Kızlar eve atılmak için sıra bekliyor, biz ise eve atacağımız kızları seçiyoruz. Bir elimiz yağda, bir elimiz meşgul, başka bi işi var.

Evimizin yakınlarında bi market var, 10 dk yürüme mesafesinde. Hep o markete gidiyoruz. Çünkü kasiyerleri güzel. Bildiğimiz 2 memeli kızlar falan var. Bizim de aradığımız tam bu. 3 memeli olsa daha iyi olurdu ama şeftali bulduk nektarin aramayalım dedik.

Eve taşındıktan sonra 3-4 kere gitmiştik bu markete. Bi kızı gözümüze kestirdik. Sonuçta ev arkadaşıyız, hepimiz karar vermeliyiz. Hepimizin onayı lazım.

Neyse kızla gülüşmeler, şakalar falan. Kızı baya baya kafaya koydum. Kızın azcık bıyıkları vardı ama çok da önemli değildi ayran içmediği sürece.

Toplu alışveriş yapıcaz. Bu demek oluyo ki kasada fazla vakit geçiricez. Benim için işe koyulma vaktiydi. Alışverişi yaptık, kasada dıtlatıyo kız. Her dıt ben biraz daha yavşaklaşıyorum. Kız da benim bu yavşaklığım karşısında gülümsüyo paso. Ben ise bunu iş atıyo olarak algılıyorum. Ben dozu abarttıkça genzimden gülüyorum, kükrüyorum hatta gülerken. Gaza gelmişim, dururmuyum.

Arkamızda sırada bekleyenler, tipleriyle  "at alım-satım-kiralama" işleriyle uğraşıyo izlenimi veren 2 eleman tip tip bakıyo. En sonunda ben dayanamadım ve "ne bakıyon yarrrraaaam" dedim. Yok lan demedim, yer mi?

Barkodlar dıtlatılmaya devam ederken kız çok sıkıldığını, işi bırakcağını falan söylüyo. Ben de bu durumu fırsat bilip kızın önüne evin anahtarını koyuyorum. Seni bu hayattan kurtarabilirim hesabı. Kız bi bozuluyo falan. Bizim çocuklar poşetleri dolduruyo, kolumdan tutuyo çıkartıyo.

Yürüyoruz bana gelen küfürlerle birlikte. Bizim çocuklar benim abazanlık yaptığımı ısrarla söylüyo, kabul ediyorum. Sessiz sessiz yürümeye devam ederken yanımızdan camları filmli, egsozu abartı olan bi tofaş pati çekerek geçiyo. Çok değil, 25 mt ilerde el freni çekip göt atıyo. Bu hayvanlık karşısında dayanamayıp, "elemanlar üstümüze sürse ne atraksiyon olur lan, dimi?" diyorum.

Cümleme nokta koyduğum anda arabanın üstümüze geldiğini anlamak zor olmuyo. Elemanlar götümüze kadar arabayla gelip ani bi frenle durup 2 kişi iniyo aşşağı.

-hangi amcık anahtarı kızın önüne koydu lan?
+ne anahtarı abi? karıştırdınız galiba, biz öğrenciyiz. (ne sikim bi şeymiş bu öğrencilik, sıkıştığın her yerde söyleyebiliyosun)
-lan markette kızın önüne anahtarı koymadın mı sen, GÖD.

o GÖD benim, büyük harflerle GÖD hem de.

arkadan diğer eleman indi.
-abi şu uzun boylu dörtlük koydu. (gözlük kullanıyodum o sıra)

ispiyoncu pezevengin sayesinde yiyeceğim yumruğa daha da yakındım. o kadar yakındım ki, gözlerimi kırpıştırıyorum ki yumruk gözlüğü kırarsa camlar gözüme batmasın. küçük hesap yapıyorum yumruğun dibinde amına koyim.

yumrukla burun burunayken arabadan 2 eleman daha iniyo. artık yiyeceğim tek şey yumruk değildi, bariz yarrağı yemiştim.

ama bi saniye elemanlar insaflı çıktı. -bırak abi çoluk çoçuğu dedi.

bizim Mayk Tyson yumruğu indirdi. -oğlum ayıp değil mi lan pezevenkler? o kız benim kuzenim, sikerim belanızı. bi daha o markete girdiğinizi görürsem amınıza korum.

bense beden dilinin omza dokunmak olduğunu sanarak, gayet yavşak bi tavırla elimi adamın omzuna atarak
-abi ne kızı, valla tanımıyorum. alışverişe gittik. yemin ederim abi. Bak abi Vernel aldım, ne kızı?

4 tane sik kafalıyı güldürerek gönderdim. adamlar bu savunma şeklimden sonra dövmekten vazgeçmişlerdi ama utanç duyuyodum. bilinç altım resmen "işin içinde Vernel varsa masumiyet, yumuşaklık vardır" şeklinde düşünmüştü. Sokarım böyle bilince de, altına da.

Ay em sori mama.

5 Kasım 2011 Cumartesi

ar yu okey?

Öyle bi noktadayım ki, hem de öyle bi yaşımdayken. Uçurumun kenarındayım. Yaşım 9. Hastalıklı bi çocukluk dönemiydi benim için.

Düşünsene, baban okula geliyo arabayla. Öğretmeninle kapının önünde konuşuyo. Ve dersten seni alıp çıkıyo. Çok havalıyım lan. Eminim herkes beni konuşuyodur. Tabi ben de eşek diilim, Amerikan filmlerindeki çocuklar gibi babama söylenirken çantamı sırtıma takmayıp yerden sürüye sürüye çekiyorum.

Doktora gidiyoruz. Babamın tanıdığı bi cerrah vardı diyemiycem, çünkü mahalledeki sağlık ocağına gidiyoruz. Kahveden bi arkadaşı bakıyo bana. Testler yapılıyo, steteskopla götümü başımı dinlemeler falan. Gergin bekleyiş sürüyo. Derken sonuçlar çıkıyo. Kovboy kapısından yüzünde maskeli bi doktor beklerken, ayakları üşümesin diye sikko bi elektrikli sobayla ayaklarını ısıtan ceket altı kazak giyen doktor çıkıyo. "bekmez yisin bekmez" diyo babama. Bekmezin pekmez olduğunu içerken anladım, yani ertesi gün.

Neyse. Kansızlık varmış bende. Güneşe çıkınca burnum kanıyo falan. En az 2 günde bi burnum kanardı. Alışmıştım yani.

Yaz tatili gelmişti artık ama benim hastalık devam ediyo. Dışarı çıkamıyom gündüzleri, malum güneş var. 1-2 hafta geçtikten sonra kadın anam, ablam ve ben Mersin'e gidiyoruz.

Bi hafta sonu şelalemsi bi yere pikniğe gidiyoruz. Dayımlar, anneannem, kuzenler falan baya cümbüş var. Top atlamalar, ip oynamalar... Çocukluk tabi, halbu ki top oynayıp, ip atlasak daha iyi olurdu.

Yemeği yedik, sıra suya girmede. Kuzenler mekanı biliyo tabi. Hemen atlanıcak yere götürdü. 5-6 metrelik bi yerden cuk diye atlıyolar suya. Ben önce nasıl atlanılcağını öğrenmek için izliyorum. İbnelerde işi abartıp taklalar atarak, halaylar çekerek atlıyo suya. Bağırıyolar, çığlık atıyolar. E millet toplandı tabi. Kızlar falan toplaştı. Bi sürü de turist var. Kuzenler atladı, zıpladı. Artık sıra bendeydi. Cesaret edemiyorum tabi. Bu durumu fırsat bilen gazcı turistler, 9 yaşında ki bi yağız delikanlıya yapılacak en son şeyi yaptılar ve alkış kıyamet beni gaza verdiler. Tabi ben bana verdikleri gazın karesini aldım ve gerildim gerildim hoooooopppp DIKŞINGANAHHHHHHHH diye atladım. Resmen karaya çakıldım. Suyun boyu belime kadarmış meğer.Tabi böyle bi G kuvvetine maruz kalan bünye en hassas yerden patlak verdi. Burnum şelaleyi kıskandıracak şiddette kan fışkırtıyodu. Alışkın olduğum için paniklemedim ama turistler 911i aramışlardı bile. Amerikadan helikopter ambulans yoldaydı büyük ihtimalle.

Benim peşimden 3-5 turist atladı hemen.

-hey hey hey, calm down. ar yu okey?
talih oyunlarında hiç şansım olmayan ben %50 şansım olmasına rağmen turistleri rahatlatacak cevabı vermiştim.
-YİS.

31 Ağustos 2011 Çarşamba

Sakın içme lan biz gelene kadar.

2-3 yıl önceydi. Yeni yıl kutlaması amacıyla İstanbul'a gelmişim yine. Plan hazır. Bombok bi akşam beni bekliyo. Aileyle birlikte yemek yiycez. Sonra "nefis, taze" çerezlerimiz eşliğinde bi iki kadeh içip İbrahim Tatlıses eşliğinde neşemize neşe katıcaz TV karşısında.

Yemek masasına oturuyoruz. Aslında sandalyeye oturuyoruz normalde.

Bu durum benim içime oturuyo. Gençliğimin bağrında yılbaşı için İstanbul'a eğlenmeye geliyorum ama bu da neyin nesi. Götünden içeri iç pilav doldurulmuş hindi, limon suyuyla dolu bardakların içine daldırılmış havuçlar, salatalıklar.

Bu ortamdan kurtulmak için hemen mesajlaşmaya başlıyorum arkadaşlarla ve hızlı bi şekilde plan yapıyoruz. Cem'lerin evde kimse yokmuş. Murat'la birlikte Cem'lere gidicez. Bi de Cem'in kardeşi Can olucak.

Can tatlı çocuktur. Ergen olmasına karşın her ortama sokabilirsin, sır tutturabilir, hatta halay başı bile çektirebilirsin. O derece flexbledır yani.

Neyse Cem'lere gidiyoruz. Giderken tekelden 2 şişe votka alıyoruz. Yanına kola, vişne suyu, şeftali suyu, elma suyu vs.. çerezler, cipsler, kestaneler.. Çok çılgın eğlenicez. 4 sapız ama mutluyuz.

Eve girer girmez "kestanem şahane" modunda Cem kestanelere girişiyo. Bu konuda çok iyidir ibne. Benle Murat salona masayı kuruyoruz. Can'da cep telefonuyla msj yazarken tuşlardan kıvılcım çıkarmaya çalışıyo yeni terlemiş bıyıklarının altından "hıııııı, ahahah, hıııı" diye kişniyerek.

Her şey hazır. Neşemiz yerinde. Herkes votkasını farklı bi şeyle karıştırıyo. Masada 4 farklı çeşit votka var yani. Ama bu da neyin nesi. Bu votka bozuk lan. Votka diil zıkkımın kökü bu. Saatlerinize bakıyoruz. Daha 12ye var. Hemen tekele gidip başka bi şey almaya karar veriyorum. Cem diyo ben de geliyim. Murat'da aynısını söylüyo. 3ümüz tekele giderken Can insanını evde bırakıyoruz. Sike sürülcek aklımızın olmadığını bu eylemimizden anlayabilirsiniz a dostlar.

Tekele gidiş geliş süremiz taşı çatlatırsak 20 dk. Zili çalıyoruz. Kapıyı Can'ın ruhu açıyo.
- Mınısikim layn, Can noldu lan sana?
+Ahaha, hıhıhı, ebebelelaşldfj
Kafamı kapının ordan salondaki masaya doğru uzatıyorum. 4 bardağın 4ü de boş.
-Hepsini mi içtin lan sikik?
+Üstüne bi de şat attımasklhşalshfşskh.
-Gülme cibiliyetini siktiğim.

Neyse balkona çıkartıyoruz. Yüzünü yıkıyoruz. Kendine geldi gibi sanki. Masaya oturtuyoruz. Göt Can bi yandan it gibi kestaneyi, cipsi hışlıyo. Bi yandan da msj yazıyo çatır çutur. Arada bi de gülüyo tecavüzcüler gibi.

-Abi benim midem bulanıyo, koltuğa uzanıyım biraz. (koltuk dediğide beyaz, yeni, gıcır bi şey. koltuğun hemen yanındaki halı da beyaz. yeni bi ev olduğu için her şey beyaz mınısikim)
+oğlum uzanırsan kusarsın.
-bi şey olmaz.

Bizi sikine takacak durumda diil ki adam. Uzanıyo. Bi yandan hala msj yazıyo. Belki de adam program falan yazıyodur ama bilemiyorum.

Murat'ın ve Cem'in arkadası Can'a dönük. Bi tek ben görüyorum sikik suratını.

Dıt dıt, yeni msj. Can mesajı açıyo ve hönkürerek gülmeye başlıyo. Tabi bu durumu fırsat bilen Can'ın midesi her şeyi dışarı atıyo.

Allahım çok heyecanlıyım. İlk kez volkanik bi patlama görüyorum. Tavana doğru dönük olan ağzından belki 20 cm yukarı kusmuk fışkırıyo. Hemen koşuyorum. Yan çevireyimde kusmuğunda boğulmasın diyorum. Ama Cem kardeşi için benim kadar iyimser diil. Eliyle ağzına kapatmaya çalışıyo, ölsün orospu çocuğu diyo.

Bütün müdahalelere rağmen Can salonda bi kaç yeri temiz bırakabiliyo. Halılar, parkeler, üstümüz, koltuklar.. Hepsi vişneli, elmalı, kestaneli kusmuk içinde.. Evin içi sıcak. Kusmuk kokusu keskin. Ve en güzeli bu gece yeni bir yıla giriyoruz. Her şey çok nonnik.

Cem hemen duşa sokuyo bizim ayaklı volkanı. Biz Murat'la salona girişiyoruz. Ama bu görüntü karşısında insan gaza geliyo. Ben de kusacam diyo ister istemez.

-Murat. Abi ben dayanamıyorum. Midem kalkıyo abi gördükçe. (o sıra A4 kağıdı ile parkedeki kusmuğu sıyırmaya çalışıyorum)
Deli fişek Murat, Gözleri 300 numara bozuk olan Murat gözlüğü çıkartarak,
+Abi ver şu kağıdı, ben görmüyorum hallederim diyo.

Görevleri değiştirdikten sonra ben koltuk kılıflarını çıkartıp küvetin içinde yıkamaya başlıyorum. Kılıflar kurusun diye peteklerin derecesini veriyoruz 500e. Ev sıcak sıcak kusmuk kokuyo.

Cem içerde kardeşinin ağzına sıçıyo. Çünkü ibne gülme krizine girmiş. Sinirlerimizi bozuyo. Benzin olsa döküp yakıcaz.

Halıları da Murat temizledikten sonra koltuk kılıflarını geçiriyoruz koltuklara. Her şey bitiyo. Tam götümüzü bi yere koyup oh diyecekken evin anne ve babası geliyo. Saat gece 4. Biz 12den 4e kadar kusmuk temizlemişiz.

Anasını sikiyim böyle yeni yıl kutlamasının, açık ve net.

İçerdeki kusmuk kokusunu alan baba, "ahahalkshalkhaslkdhaldh Can kustu mu?" diye çılgınca kahkaha atıyo.

Yarım saat oturup, taksiye atlayıp eve geliyorum.

Öğlen annem uyandırıyo.
-Oğlum bu ne hal, ne içtiniz? Haşatın çıkmış. Az iç azz. nıck nıck nıck.
+Aşkın şarabını içtik anam. kadın anam.
-....................


+Hindi duruyo mu?

27 Temmuz 2011 Çarşamba

Ben bi keresinde hafızamı kaybetMİŞim

Yanlış hatırlamıyosam 2007 yaz ayıydı. Her yıl yaptığım gibi yine sevdiceğim Hoanes'lerin yazlıktaydım. Benim kuzenlerim, onun kuzenleri falan süper sıkılıyoduk hepbirlikte. Her gün nasıl sıkılacağımızı tartışıyoduk. Acaba bugün kimin bokunu yesek de daha çok sıkılsak diyoduk. O denli eğleniyoruz genç yaşımızda. Torunlara malzeme çıksın diye zifiri karanlıkda denize gitme istekleri. Gecenin en kör saatlerinde çiğköfte yapmalar falan. Böyle monoton geçiyodu günler.

Bi gün yine her gece yaptığımız planın şartlarına göre sabahın en kör vaktin de kalkıp önce koşumuzu yapıp, sonra sabah saatlerinde  "çarşaf" gibi olan denize girecektik. Alarmlar kurulmuş, planlar hazır.Ama o alarmı sikine takacak, o planı uygulayacak insan yoktu tabi.

Gece çılgınlık olsun diye biralarımızı içip, üstüne şat votkalarımızı içip yatmadan önce kazınan midelerimizi lavaş arası mayonez, meyveli pasta ve turşu ile bi güzel şenlendirdikten sonra, ertesi gün öğlen uyanmak üzere uykuya teslim ettik körpe bedenlerimizi.

Öğlen uyandık, her şey normal seyrinde gidiyordu. Kahvaltı ederken "senin yüzünden uyanamadık, koşu yapamadık, denize gidemedik" bahaneleri birbirimizin üstüne atıldıktan sonra Hoanes'in amcasının evine girdik. Herkes bi koltukta yeteneklerinin el verdiğince saçmalıyodu. Kızlar evi temizliyo, ben de iki cicik görürüm hevesiyle gazetenin magazin ekine bakıyodum.

Sıradan gibi görünüyodu her şey. Ta ki evin en küçüğü, Hoanes'in kuzeni olan kızceyizin eşşek kadar büyük, yerleri komple fayansla kaplı salonun en ucundaki deterjanlı kovayı devirene kadar.

Ufaklığın kovayı devirmeyi düşünme hızıyla, benim o kova devrilmeden önce ona yetişebilmeyi düşünme hızım arasında sanırım epey bi fark vardı.

Kovayı devireceğini gördüğüm an da, sanki etrafa kovadan deterjanlı su değilde uranyum dökülecekmiş gibi yerimden fırladım. Sadece fırladığım an ve yere düşüş anım var şu hayatta. O arada ki zaman da ben ışık hızının anasını sikmiş, geçerken korna çalıyodum adeta.

İşte eylem ile düşüncenin farklı olduğunu anladığım o an, ben sabunlu suya basmış, kafamı yere vurmuş, ayak parmaklarımı kapının köşesine sıkıştırmış, hatta nerdeyse çarpmanın etkisiyle yerden sekip doğrulmuştum bile. Çarpma o kadar sertti ki, o an evin temeline verdiğim hasarı düşünüyodum. 3. katta bulunan Hoanes sesi duyarak aşşağı koştu. Ve yine her zamanki gibi benim taşak geçtiğimi, bi şeyimin olmadığını söylediler.

Ama benim bi şeyim vardı. Hem de öyle bi şeyim vardı ki, hatta yoktu ki, kendimi pamuklar üzerinde gördüm. Yerimden kalkıp koltuğa uzandım. Sanki herkes kulağımdan içeri bağırıyodu. Lan bi gariplik vardı. Etrafımdakiler kimdi. Şaka mı lan bu? Burası neresi? Kim getirdi beni buraya? Kimin evi burası? Evden ne zaman çıktık da buraya geldik? Hiç bi şey hatırlamıyodum. Düpedüz hafızamı kaybetmiştim.

Olayın ciddiyetine varan ev ahalisi, babamı çağırıp hemen en yakındaki devlet hastanesine götürmek üzere yola çıkarmışlardı. Ama sorumluluklarımı bilen ben, tc kimlik numarasının lazım olacağını düşünerek cüzdanımın ısrarla camın önünde olduğunu tekrar ediyorum, bi yandan da en kuvvetlimiz Niyazi'nin beni taşıması gerektiğini vurguluyodum. Mazlum'u getirin bana der gibi Niyaaağziiiiiii diye bağırıyodum.

Bi şekilde arabaya binmiştim ve hastaneye gidiyoduk. Annem, babam, ben, Hoanes ve Niyaaağğğğziiii vardı arabada. Sürekli olayın nasıl olduğunu soruyodum ve anlatmaya başlayınca insanları azarlıyo ve susturuyodum.

Sonunda gelmiştik hastaneye. Herkesi odadan çıkardı dingil doktor. Olayı anlat diyo ama bi bok hatırlamıyodum. Hoanes'in gelmesini, beni teyid etmesini istedim doktordan ama nafile. Adama trambolinden düştüm desem inanacak. Sonra bi patırdı, gürültü ve ben doktorun yakasına yapışmış bi vaziyetteyken babamlar ayırdı ve başka bi hastaneye gitmek üzere yola çıktık.

Çorlu'da bi beyin cerrahı tanıdık varmış. Kim mi? 3 gün önce yazlığa geldiğinde bizim kıyafetiyle taşak geçtiğimiz ve hoşgeldin bile demediğimiz adam. Adını hatırlamıyorum bile.

Denize düştük, yılana sarılcaz ama yılandan utanır olduk. Uzun bi yolculuktan sonra hasteneye gelmiştik. Gerekli kontroller yapıldıktan sonra beyin cerrahının teşhisi şu oldu: iyi olmuş düşmüşsün, kendine gelmişsin oğlum.

Ailecek içimiz o kadar rahatlmıştı ki, iyi ki oğlumuz tıp okumuyo dediler yani, o derece. Midem bulanırsa hemen doktoru aramamız gerektiğini öğrendik ve eve doğru yol aldık.

Eve geldiğimiz de ise garip bi ortamla karşılaştım. Herkes ağlıyo ve tencerenin için de helva var. Bildiğimiz ölülerin arkasından yapılan helva. Kazayı, belayı götürür diye yaptık dediler ama ben inanmadım tabi. Bariz beni öldürmüşler, helvayı da hemen halletmişler ki zaman kaybı olmasın.

Her şeyin normal olduğunu söyledim, sadece sabah evden çıkışımla hastane arasını hatırlamadığımı, geçici hafıza kaybı geçirdiğimi söyledikten sonra bi oh çekmişti herkes. Herkes rahattı ama turşuyla pasta yiyen insan olarak midem bulanmazken, kendi kendime triplere girerek midemi bulandırmıştım. Yatmadan önce kimseye belli etmeden herkesle vedalaştım. Emindim. Bu gece yatacak ve bi daha uyanamayacaktım.

Öyle olmadı. Gece ara ara uyanıp kendi nefesimi kontrol ettiğimde yaşadığımın farkına vardım.

Sabah kalktım ve her şey normaldi. Aslında biraz değişiklikler vardı. Lan ben artık popülerdim. Herkes beni soruyo. Herkes de bi ilgi bi alaka. Çok sevmiştim bunu ben.

En güzeli de Avea'nın arankazan kampanyasıydı. Arandıkça kazanıyodum. Tanıdığım, tanımadığım bi dünya insan beni arıyodu.

Soranlara da, hafızamı kaybetMİŞim diyodum..

20 Temmuz 2011 Çarşamba

Ne? Adam öldürmek mi? Bana uyar abi, hadi gidelim.

2009 yılıydı. Ben yine canım, ciğerim kuzu sarmam Metin'lerin yazlıktayım. Boktan bi pazar sabahıydı. Saat 12 olmuş ama güneş hala uyanmamıştı. Sikindirik bi hava vardı.

Pazar sabahı 3 katlı yazlıklarının her katında bulunan eşşşşek kadar balkonları yıkayan Metin götünden ter atarken bana;
-hazır ol lan kavgaya gidicez
+ne kavgası lan pazar pazar
-oğlum babam parkeciyi aradı, gelip eksikleri halletsinler diye. parkecide babamla atıştı, "gel lan dükkana, gelmeyen orospu çocuğudur" dedi.
+dur lan bahçeye geliyom orda anlat.

Bu kısa konuşmanın ardından Metin'in babası Ahmet abiyi elinde bıçakla arabaya doğru fırlarken gördüm ve peşinden koştum. Ama nafile. Vücut kıllarıyla bize güven veren, sakin olan Ahmet abi kaplan kesilmişti. E sonuçta parkecinin dediği gibi orospu çocugu diildi ve dükkana gitmeliydi. Ama boş değildi, elinde bıçak vardı.

Metin, ben ve Niyazi arabanın peşinden koştuk ama yetişemedik. O sırada da Metin'in 2 amcası ve eniştesi nalbura gitmişler. Ama 3 tane yetişkin insan olmalarına rağmen hiç biri telefon almamış. Hiç birine ulaşamayacağımızı anlayınca yola doğru fırladık. Yazlık mekan olduğu için taksi bulmak zor. Kıvrak zekamızı kullanıp Türk polisinden yardım istedik. Yolun karşısında duran polis arabası bize el kol yaptı ve yanına çağırdı. Durumu izah ettik ve nerdeyse "öndeki aracı takip et" kıvamına gelmiştik. 3ümüz polis arabasına binerken, şöfor polis tarafından hakaretlere maruz kaldık. "inin lan pezevenkler, taksi mi bu". O sıra da diğer polisi ikna etmeye çalışırken, Metin küfür eden polisin yakasına yapışmış nerdeyse adamı dövecekti.

Polisten ümidi kestikten sonra azami hızı 20 km/saat olan bi yolcu otobüsüne attık kendimizi. Durumu anlattık ve saolsun çok önemli bi mevzuu olduğu için hızını 20 km/saatten 25 km/ saate çıkarmayı kabul etti.

Tın tın giderken sinirlerimiz iyice gerilmişti. Yandan ambulans geçiyo, muavin bizi kıllandırıyo. Yandan polis arabası geçiyo, muavin bizi kıllandırıyodu. Sike sürülcek aklı olmayan muavin tecavüzü haketmişti ama buna vaktimiz yoktu. Araç o kadar yavaş gidiyodu ki elime sudoku kitabı verseler anasını ağlatırdım o sürede.

Bu işin böyle olmayacağını, acil bi çözüm bulmamız gerektiğini konuştuk Metin ve Niyazi'yle. Biz gidene kadar Ahmet abi katil de olabilirdi, ölebilirdi de. Bu iki durumda hoşumuza gitmedi elbet.

Sonra otobüs bi müzikholün önünden geçerken şimşekler çaktı. Bi an da farkettik ki bu bizim Metin'lerin köylü      Müslüm abinin müzikholüydü. Hemen indik. Mekana girdik ve Müslüm abiyi sorduk. Müslüm abi hallederdi bu işi, yeğenleriydik biz onun.

Uykusundan uyandırılan Müslüm abiye durumu izah ettik. İnanılmaz soğuk kanlılıkla bizi yatıştırdı ve durumu halledeceğini bildirdi. Yukardan Hamza'yı çağırttırdı. Hamza diyince biz insan sanmıştık halbuki. 1,87 boyunda ki ben Hamza'nın yanında devede kulak kalmıştım. Ebesinin amı Hamza dedim içimden haykıra haykıra.

Müslüm abi talimatı verdi, emaneti de al gidiyoruz. 2 dk önce atlet kilot yanımızda duran Hamza, süperman gibi gitti ve jilet gibi gömlek ve kumaş pantolonla geldi. E siz de takdir edersiniz ki atlet kilotla adam öldürülmez. Kafalarımızla kıyafetine onay verdikten sonra arabaya atladık.

Boy ortalamamız 1,85 ti, ama arabanın içinde çük kadardık. Ön koltukta oturan Hamza koltuğu öyle bi dayamıştı ki geriye, sanki kucağımızdaydı.

Neyse, artık yoldaydık ve Ahmet abinin yardımına gidiyoduk. Yolu ortalamış son sürat gidiyoduk tahliye yolda. Bok gibi yağmur yağıyodu ama öndeki iki camda açıktı ve suratımıza geliyodu kurşun gibi. Sesimizi çıkarmadan gidiyoduk. Müslüm sonunda Ahmet abiye ulaşabilmişti.

-Ahmed, gardaşım nerdesin? Yazlıktaysan bi çayını içmeye gelecem.
+Ahmet abi ne diyosa artık.
-Ahmed durumu biliyorum, senin çocuklar yanımda. Üzmüşsün çocukları. Yerini söyle geliyorum.

Geliyorum ne demek lan? Geliyorumu biz demin 25 km/saat hızla yaptık. Bu senin yaptığın ışınlanmaktı Müslüm abi. Adrenalin tavan yapmıştı bizde.

-Ahmed beni dinle. Sen karışma. Ben Hamza'yla geliyorum.
+Müslüm abi sen karışma, ben hallederim.
-Ahmed ben varken sana düşmez. Sen dön yazlığa, ben gelip vururum adamları.

Ananın amı. Adamları vurmak ne demek lan. Biz olayı çözmiycek miydik? Müslüm abi duy iç sesimi. Adam vurmak yoktu hesapta.

Telefon kapandı ve biz hala ışınlanıyoruz. Ne uzun bi ışınlanmadır bu. Sonra tekrar telefon çaldı. Metin'in diğer amcaları yolda  Ahmet abiyle karşılaşmışlar ve gidip parkeciyi hepsi bi güzel dövmüş. Artık bizim gitmemize gerek yoktu. Hamza'yı da durduk yere kimbilir kaçıncı kez katil edecektik ama olsun. Olurdu böyle şeyler bazı bazı.

Geri dönüyoduk. Herkesde bi sukunet. Önce Hamza'yı müzikhole bırakacaktık, sonra da Müslüm abi bizi yazlığa bırakacaktı.

Müzikhole gelmiştik. Kucağımızda oturan Hamza inerken bizlere öğüt vermeliydi. Ve beklenen an gelmişti. Metin'in bacağını sıkarak, "küçük şeyleri sorun etmemek lazım" dedi ve yolu ikiye yararak gitti adeta.

Küçük şey neydi lan. Adam öldürmek küçük şey mi? Neyden bahsediyodu bu Hamza. Kafa salladık hepimiz ve yazlığa doğru yol aldık.

Yazlığa geldiğimiz de Ahmet abilerde aynı anda geldiler. Herkes "ne oldu, noldu, nöldü, nuyoltu" gibi sorular yöneltti Ahmet abiye.

Ahmet abi ise orospu çocuğu olmamanın haklı gururuyle hafifçe gülümseyerek "endişelenecek bi şey yok" dedi Amerikan filmlerinde ki gibi.

Şaka lan şaka, ballandıra ballandıra adamları nasıl dövdüğünü anlattı hepsi bizim macerayı piç ederek..       

14 Temmuz 2011 Perşembe

Bu bir polisiye salak aşık hikayesidir.

O dönem de yaşım 12'ydi. 5. sınıfa gidiyodum ve çılgınlar gibi orta öğretim sınavlarına hazırlanıyodum(!) İstanbul'un Fatih ilçesinde özel bi dersanedeydim. Şu an da olduğu gibi elbette o zaman da dershaneler özeldi.

Her genç erkeğin olduğu gibi elbette benim de kendi sınıfımda değil de yan sınıfta bulunan kıza karşı olan platonik bi aşkım vardı. Dersaneye gitmek için can atıyodum, kızı görücem diye can atıyodum. Annem evde olduğumu gördüğünde ağzıma sıçıcak diye diil, valla bak.

Her gün beni farketmesi için sınıfın kapısından 100 kere geçerdim. Ama hiç içeri bakmazdım. Yani kafamı çevirip bakmazdım. Tabiki gözlerim yuvalarında 97 derece dönerdi. Fark edilmek için bi gün saçımı ortadan ayırdıysam, ertesi gün sağdan, yine olmazsa bi sonraki gün soldan ayırırdım. O yaşlarımda babamdan arabayı alamıycağıma göre yapacağım en büyük çılgınlık saçımı ayırdığım yeri değiştirmek oluyodu maalesef.

Gel zaman git zaman, arkadaşlarımın da gazıyla kızın bana aşık olduğuna emin olmuştum. Kızın benim yüzüme bakmamasını ise "utanç"a bağlamışlardı ibneler. Her şey benim göt olmam için süper bi şekilde organize edilmişti arkadaşlarım tarafından. Arkadaşlarıma göre gün bugündü. Artık harekete geçme vakti gelmişti. Ben de evden babamın getirdiği arabaların dikiz aynalarına asılan kokulardan bi tanesinin jelatinini hafifçe açıp içine "SENİ SEVİYORUM" notu koyarak kızın çantasına atıverdim tenefüste. Koku diyip geçmemek lazım. O dönemler cep telefonları piyasaya yeni çıkmışken, ben kızın çantasına cep telefonu modeli olan oto kokusu atıyordum. Hem çılgındım, hem de cömert.

Görev başarıyla tamamlanmıştı. O yaşımda uçak kullansam o kadar heyecanlanmazdım sanırım. Şimdi sıra arkadaşlarıma anlatırken olaya daha da bi heyecan katmaktı. Tam anlatacakken arkadaşımın biri insanlık için küçük, benim için ise can alıcı bi soru sordu. "ne yazdın lan kağıda?". Ben önce özelime karışmayın diyecekken, ismimi ve EV numaramı yazmadığımı farkettim. O an bütün kalelerim zaptedilmiş, bütün tersanelerim yakılmıştı, yıkılmıştı. Kimseye renk vermeden eve geldim ve uykularımı yabancı ellere verdim. Gram uyku uyumadım hafta sonuna kadar.

Ve artık hafta sonuydu. Daha zeki olan mahalle arkadaşlarımla bi plan yaptık ve kıza telefonla açılacaktım. Tabi ki de telefon numarası yoktu. Ama bugünün 11833'ü o dönemler 118'di ve herkesler bilirdi. Evde kimsenin olmayışını fırsat bilip KAYA soyadında ve BAYRAMPAŞA'da oturduğunu bildiğimiz bi ailenin ev numarasını öğrenmeye çalışmaya başladık. Her arayışımda Ali Kaya, Ahmet Kaya, Faruk Kaya, Mehm...... Tam ümidi kestik derken, telefonda ki ses "bi saniye beyfendi, biraz bekleticem" dedi. Veee artık bulmuştuk numarasını. Sonunda aşkımın ev numarasına çok yakındım. Sabırsızlıkla beklerken karşı ses: "yerinizi tespit ettik, polis gönderiyorum pis sapıklar" demesin mi? O saniye de hapse giderken alacağım çantanın boyutunu, kaç tane atlet alacağımı ve hatta müebbet yersem nasıl tünel kazacağımı düşünmeye başladım. Hemen telefonu kapattım ve ne yapacağımızı düşünmeye başladık. Tabi ki evde durmayıp kaçmamız gerekiyordu. Hiç düşünmeden evden fırladık ama ufak bi sorun vardı. Kapının önünde polis arabası duruyodu. Sıçtığımız an bu andı. Korkunun ecele faydası yoktu, çıkmalıydık dışarı. Etrafımız sarılmadan çıkmalıydık.

Götümüzden ter atarak dışarı çıktık ve bi ses: " gençler buraya bakın bi". İşte o an ebemin amını gördüm baktığım yerde. Kabak çiçeği gibi iki tane mavi üniformalı ebe amı duruyodu karşımda. Belinde silahı ve kelepçesi olan ebe amı.

Ebeminkine doğru bakarken beklemediğim bi soru geldi:

-Dostlar Kıraathanesi nerede, biliyonuz mu lan?

-iç sesim "ananın amında" derken, dış sesim "bi sokak arkada polis amcaM" dedi polisi sahiplenerek.

Hala korkarım bilinmeyen numaralardan. Bence bırakın bilinmesin numaralar..